Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Hatip Dicle, süren abluka ve çatışmaların, tüm Türkiye’yi etkileyebilecek bir şiddet sarmalı yaratabileceği uyarısında bulundu.
Cumhuriyet Gazetesi’nden Selin Ongun’a konuşan Dicle, “Amacımız tehdit değil, feryat ediyoruz” dedi. Yeni bir müzakere sürecinin ufukta görülmediğini de belirten Dicle, çatışmaların son bulması için PKK lideri Abdullah Öcalan’ın rolüne işaret etti.
Hatip Dicle’nin verdiği söyleşiden öne çıkan bazı başlıklar şöyle:
“Nisan sonuna kadar savaşa dur denilmeli”
“Devletin istihbaratına göre dağlarda olan binlerce insandan bahsediliyor. Karlar erimeden, yani nisan sonuna kadar bu savaşa dur diyemezsek çok daha fazla alanı kapsayan, hatta metropolleri de içine alan bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bunu dediğimizde, Kürt siyasetçi olduğumuz için, tehdit gibi algılanabiliyor. Hayır, amacımız tehdit değil, feryat ediyoruz. Feryat ediyorum! Bu tehlike önümüzde. Hepimiz için, Türkiye toplumunun her bireyi için, hatta uluslararası barışı bile etkileyebilecek boyutta bir tehlike bu. Bunu önlemek, sorumlu davranmak zorundayız. Siyasetçiler, aydınlar, yurttaşlar, hepimiz bu yangına benzinle değil, suyla gitmeliyiz. Aklın, mantığın sesini öne çıkarmalıyız. Devlet cephesine baktığımızda yine korkunç bir çılgınlık hali var. En basiti, akademisyenler bildirisi sonrası yaşananlar.
Hendekler ve Öcalan’ın rolü
“Ben hendeğin arkasındakilerle görüşen, İmralı Heyeti’nden biriyim. Sayın Öcalan’la devlet heyeti arasında görüşmeler sürerken de hendek sorunu yaşanmıştı. Bunun önlenmesi gerektiği, bunun diyalog sürecini baltaladığı söylenince, Sayın Öcalan bize, ‘Bilgi edinin, ne yapmak istiyorlar, öğrenin’ dedi. Cizre’deki o gençlerle görüştüğümüzde bize şunu anlattılar: ‘KCK operasyonlarından bu yana Cizre’de genç bırakılmadı. Bizi birkaç yıl cezaevinde tuttular. Çıktık, her şey aynı. Her gün operasyon, yine tutuklama. Biz artık burada öleceğiz, biz artık cezaevine girmek istemiyoruz. Başkan’a mesajımızı iletin, bu hendekler bu yüzden. Başkan’ın dışında hiç kimsenin talimatı bizim için geçerli değildir. Çünkü yaşananların acısını çeken biziz.’
“Sayın Öcalan’ın mesajları da sonraki görüşmelerde onlara iletildi. ‘Tamam’ dediler, hendekler kapandı. Bir süre sonra ‘karakol ve kalekol yapımına karşı tavrımızdır’ diyerek Lice-Bingöl arasında yine hendekler kazıldı. O süreçte de yine İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder ve diğer arkadaşlar Başkan’ın sözlerini onlara ilettiler. Karşılıklı adımlar atıldı. Burası çok önemli: Hendekler kapatıldı ve kalekolların yapımı da durduruldu. Malzemelerin hepsi geri çekildi. Devlet heyeti ile görüşmeler sürdüğü için o hendekler kapatıldı.
Dolmabahçe mutabakatı
“Görüşmeler sırasında heyetin hiçbir olumsuz tavrına rastlamadım. İsmini veremeyeceğim devlet heyetinden bir bürokrat bir gün şöyle dedi: ‘Burada konuşulanları yazdığımız tutanakların bakanlara özetini veririz. Ancak biz buradan ayrıldıktan birkaç saat sonra tutanakların bir nüshası Başbakan’ın, bir nüshası Cumhurbaşkanı’nın önünde olur. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na burada konuşulanları satır satır ve kelime kelime sunarız.’ Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Dolmabahçe’den haberim yoktu’ gibi sözleri gerçeği yansıtmıyordu.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerlik Şartı taahhüdü
“Avrupa Yerel Yönetimler Özerlik Şartı’na ilişkin çekincelerin kaldırılacağı konusunda taahhütte bulunulmuştu. Tahmin ediyorum ki, “Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği, kamu yönetimi reform yasa tasarısını yeniden gündeme getiririz, sizin sözünü ettiğiniz yerel demokrasiyi güçlendirme bu şekilde aşılabilir” gibi bir formül gelişmiş olabilir. Zaten bu da müzakere başlıkları arasındaydı. Bütün bu başlıklar izleme heyetinin mutabakatında karışılıklı imza altına alınacaktı. Sayın Öcalan, “Bir parlamento heyeti ya da Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın önünde PKK’ye nihai çağrıyı yapacağım” diyordu. Çünkü her şeyin resmi gelişmesini istiyordu.
“4 kişiden sadece Erdoğan kaldı”
“Zor duruma düşmemeleri için isim vermeden anlatacağım. 1 Kasım sonrası, henüz hükümet kurulmamıştı. AKP içinde hatırı sayılır yeri olan birkaç isimden diyalog önerisi geldi. Elbette basın önünde olmayacaktı bu temaslar. O esnada hükümet kuruldu, baktık ki hükümet listesinde adları yok. Daha sonra değişik platformlarda bu isimlerle karşılaştık. Fakat kendilerine görüşme önerileri konusunu açmadık. Onlar da açmadı. Çünkü hükümet ile birlikte bunun olamayacağını gördüler. Barıştan ve diyalogdan yana olan kesim hükümetteki etkili yerlerden adeta uzaklaştırıldı. Erdoğan’ın gidişinin en tehlikeli yanı bu. Sadece ittifak yaptığı grupları uzaklaştırmadı, arkadaşlarını da uzaklaştırdı. Sayın Arınç’la görüşme sırasında bize ‘Biz de dört kişi ile yola çıktık, siz de dört kişisiniz, inşallah hayırlı olur” demişti. O dört kişiden şu anda sadece Erdoğan kaldı. Diğerleri hepsi siyasetten tasfiye edildiler. Aklın sesini dinleyen insanlar maalesef politikanın etkin yerlerinden uzaklaştırılmış durumda. Sesleri, sedaları çıkmıyor.
Diyalog zemini var mı?
“Diyalog ortamının şu anda zemini yok. Ne yazık ki yok. (‘Gizli diplomasi’ sorusuna karşılık): O da yok şu an. Ne yazık ki yok. Bunu üzüntüyle söylüyorum.
“Şu anda 90’lardan çok daha kötü durumdayız. 90’larda faili meçhul dediğimiz cinayetler işlenirken, şimdi devlet güçleri açıktan öldürüyor. Eskiden o beyaz Toroslara zorla bindirir kırda bir yerde kurşun sıkıp atarlardı. Şimdi siyah Range’ler var. Toplumsal olaylarda çok kişi öyle vuruldu. İniyorlar Range’ten bizzat ateş ediyorlar. Onların vurma yetkisi var. Ve rastgele vuruyorlar. Bunlara biz toplumsal hareketlerde tanık oluyoruz. Siyah camlı, içinde kimin olduğu gözükmeyen, maskeli timler mi, Esedullah mı; kim oldukları ileride çıkacak.
Halkın tepkisi
“Tepkileri haklıdır. Başaramadık. Biz halkımıza, halklarımıza barış hediye edemedik. Bu mücadelede şu anda başarısız kalmışsak kendimize de dönüp bakmamız gerekiyor. Halk ne derse, biz onun sözünden ders çıkarırız. İnsanlar gelip bize ‘Bir şeyler yapın!’ diyor. Bizi en çok vuran, öldüren de bu taleptir. Bir şey yapamamanın çaresizliği. Hatta zaman zaman da düşünüyoruz, acaba ölüm orucuna mı yatsak? Sonra düşünüyorsun, ölüm orucuna yatmak şu an neyi durduracak? Keşke bir şeyleri durdurabilse. Samimi bir duygumu söylüyorum. O top sesleri gelirken evde yatağa girmekten bile utanıyoruz artık. O sesler, o vaziyet, insan nasıl uyur? Utanıyoruz. Uyumaya da utanıyorum. Ama organik bir şey var tabii. Bir gece, iki gece, üç gece uyumazsınız. Ya sonra? Yıkılırsınız. Kendi kendimize savaş halindeyiz diyebilirim. Büyük acılar çekiyoruz. Halk bunu da görüyor. İMC CUMHURIYET
Cumhuriyet Gazetesi’nden Selin Ongun’a konuşan Dicle, “Amacımız tehdit değil, feryat ediyoruz” dedi. Yeni bir müzakere sürecinin ufukta görülmediğini de belirten Dicle, çatışmaların son bulması için PKK lideri Abdullah Öcalan’ın rolüne işaret etti.
Hatip Dicle’nin verdiği söyleşiden öne çıkan bazı başlıklar şöyle:
“Nisan sonuna kadar savaşa dur denilmeli”
“Devletin istihbaratına göre dağlarda olan binlerce insandan bahsediliyor. Karlar erimeden, yani nisan sonuna kadar bu savaşa dur diyemezsek çok daha fazla alanı kapsayan, hatta metropolleri de içine alan bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya kalabiliriz. Bunu dediğimizde, Kürt siyasetçi olduğumuz için, tehdit gibi algılanabiliyor. Hayır, amacımız tehdit değil, feryat ediyoruz. Feryat ediyorum! Bu tehlike önümüzde. Hepimiz için, Türkiye toplumunun her bireyi için, hatta uluslararası barışı bile etkileyebilecek boyutta bir tehlike bu. Bunu önlemek, sorumlu davranmak zorundayız. Siyasetçiler, aydınlar, yurttaşlar, hepimiz bu yangına benzinle değil, suyla gitmeliyiz. Aklın, mantığın sesini öne çıkarmalıyız. Devlet cephesine baktığımızda yine korkunç bir çılgınlık hali var. En basiti, akademisyenler bildirisi sonrası yaşananlar.
Hendekler ve Öcalan’ın rolü
“Ben hendeğin arkasındakilerle görüşen, İmralı Heyeti’nden biriyim. Sayın Öcalan’la devlet heyeti arasında görüşmeler sürerken de hendek sorunu yaşanmıştı. Bunun önlenmesi gerektiği, bunun diyalog sürecini baltaladığı söylenince, Sayın Öcalan bize, ‘Bilgi edinin, ne yapmak istiyorlar, öğrenin’ dedi. Cizre’deki o gençlerle görüştüğümüzde bize şunu anlattılar: ‘KCK operasyonlarından bu yana Cizre’de genç bırakılmadı. Bizi birkaç yıl cezaevinde tuttular. Çıktık, her şey aynı. Her gün operasyon, yine tutuklama. Biz artık burada öleceğiz, biz artık cezaevine girmek istemiyoruz. Başkan’a mesajımızı iletin, bu hendekler bu yüzden. Başkan’ın dışında hiç kimsenin talimatı bizim için geçerli değildir. Çünkü yaşananların acısını çeken biziz.’
“Sayın Öcalan’ın mesajları da sonraki görüşmelerde onlara iletildi. ‘Tamam’ dediler, hendekler kapandı. Bir süre sonra ‘karakol ve kalekol yapımına karşı tavrımızdır’ diyerek Lice-Bingöl arasında yine hendekler kazıldı. O süreçte de yine İmralı Heyeti’nden Sırrı Süreyya Önder ve diğer arkadaşlar Başkan’ın sözlerini onlara ilettiler. Karşılıklı adımlar atıldı. Burası çok önemli: Hendekler kapatıldı ve kalekolların yapımı da durduruldu. Malzemelerin hepsi geri çekildi. Devlet heyeti ile görüşmeler sürdüğü için o hendekler kapatıldı.
Dolmabahçe mutabakatı
“Görüşmeler sırasında heyetin hiçbir olumsuz tavrına rastlamadım. İsmini veremeyeceğim devlet heyetinden bir bürokrat bir gün şöyle dedi: ‘Burada konuşulanları yazdığımız tutanakların bakanlara özetini veririz. Ancak biz buradan ayrıldıktan birkaç saat sonra tutanakların bir nüshası Başbakan’ın, bir nüshası Cumhurbaşkanı’nın önünde olur. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na burada konuşulanları satır satır ve kelime kelime sunarız.’ Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Dolmabahçe’den haberim yoktu’ gibi sözleri gerçeği yansıtmıyordu.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerlik Şartı taahhüdü
“Avrupa Yerel Yönetimler Özerlik Şartı’na ilişkin çekincelerin kaldırılacağı konusunda taahhütte bulunulmuştu. Tahmin ediyorum ki, “Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği, kamu yönetimi reform yasa tasarısını yeniden gündeme getiririz, sizin sözünü ettiğiniz yerel demokrasiyi güçlendirme bu şekilde aşılabilir” gibi bir formül gelişmiş olabilir. Zaten bu da müzakere başlıkları arasındaydı. Bütün bu başlıklar izleme heyetinin mutabakatında karışılıklı imza altına alınacaktı. Sayın Öcalan, “Bir parlamento heyeti ya da Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın önünde PKK’ye nihai çağrıyı yapacağım” diyordu. Çünkü her şeyin resmi gelişmesini istiyordu.
“4 kişiden sadece Erdoğan kaldı”
“Zor duruma düşmemeleri için isim vermeden anlatacağım. 1 Kasım sonrası, henüz hükümet kurulmamıştı. AKP içinde hatırı sayılır yeri olan birkaç isimden diyalog önerisi geldi. Elbette basın önünde olmayacaktı bu temaslar. O esnada hükümet kuruldu, baktık ki hükümet listesinde adları yok. Daha sonra değişik platformlarda bu isimlerle karşılaştık. Fakat kendilerine görüşme önerileri konusunu açmadık. Onlar da açmadı. Çünkü hükümet ile birlikte bunun olamayacağını gördüler. Barıştan ve diyalogdan yana olan kesim hükümetteki etkili yerlerden adeta uzaklaştırıldı. Erdoğan’ın gidişinin en tehlikeli yanı bu. Sadece ittifak yaptığı grupları uzaklaştırmadı, arkadaşlarını da uzaklaştırdı. Sayın Arınç’la görüşme sırasında bize ‘Biz de dört kişi ile yola çıktık, siz de dört kişisiniz, inşallah hayırlı olur” demişti. O dört kişiden şu anda sadece Erdoğan kaldı. Diğerleri hepsi siyasetten tasfiye edildiler. Aklın sesini dinleyen insanlar maalesef politikanın etkin yerlerinden uzaklaştırılmış durumda. Sesleri, sedaları çıkmıyor.
Diyalog zemini var mı?
“Diyalog ortamının şu anda zemini yok. Ne yazık ki yok. (‘Gizli diplomasi’ sorusuna karşılık): O da yok şu an. Ne yazık ki yok. Bunu üzüntüyle söylüyorum.
“Şu anda 90’lardan çok daha kötü durumdayız. 90’larda faili meçhul dediğimiz cinayetler işlenirken, şimdi devlet güçleri açıktan öldürüyor. Eskiden o beyaz Toroslara zorla bindirir kırda bir yerde kurşun sıkıp atarlardı. Şimdi siyah Range’ler var. Toplumsal olaylarda çok kişi öyle vuruldu. İniyorlar Range’ten bizzat ateş ediyorlar. Onların vurma yetkisi var. Ve rastgele vuruyorlar. Bunlara biz toplumsal hareketlerde tanık oluyoruz. Siyah camlı, içinde kimin olduğu gözükmeyen, maskeli timler mi, Esedullah mı; kim oldukları ileride çıkacak.
Halkın tepkisi
“Tepkileri haklıdır. Başaramadık. Biz halkımıza, halklarımıza barış hediye edemedik. Bu mücadelede şu anda başarısız kalmışsak kendimize de dönüp bakmamız gerekiyor. Halk ne derse, biz onun sözünden ders çıkarırız. İnsanlar gelip bize ‘Bir şeyler yapın!’ diyor. Bizi en çok vuran, öldüren de bu taleptir. Bir şey yapamamanın çaresizliği. Hatta zaman zaman da düşünüyoruz, acaba ölüm orucuna mı yatsak? Sonra düşünüyorsun, ölüm orucuna yatmak şu an neyi durduracak? Keşke bir şeyleri durdurabilse. Samimi bir duygumu söylüyorum. O top sesleri gelirken evde yatağa girmekten bile utanıyoruz artık. O sesler, o vaziyet, insan nasıl uyur? Utanıyoruz. Uyumaya da utanıyorum. Ama organik bir şey var tabii. Bir gece, iki gece, üç gece uyumazsınız. Ya sonra? Yıkılırsınız. Kendi kendimize savaş halindeyiz diyebilirim. Büyük acılar çekiyoruz. Halk bunu da görüyor. İMC CUMHURIYET